MURİS MUVAZAASI VE KENDİSİNE BAKAN ÇOCUĞA TAŞINMAZ DEVRİ
1. Giriş
Muris muvazaası, Türk Medeni Hukuku’nda miras paylaşımı hususunda ortaya çıkan en önemli hukuki uyuşmazlık alanlarından biridir. Murisin mirasçılarının saklı pay haklarını ihlal etmek amacıyla yaptığı işlemler, genellikle muvazaa iddialarına konu olmaktadır. Özellikle, murisin kendisine bakan bir çocuğuna taşınmaz devretmesi durumları, hem aile ilişkileri hem de miras hukuku açısından karmaşık bir yapı arz etmektedir.
Bu çalışmada, muris muvazaasının hukuki çerçevesi, unsurları ve kendisine bakan çocuğa yapılan taşınmaz devirleri özelinde incelenecektir. Ayrıca, konuya ilişkin Yargıtay kararlarından ve akademik görüşlerden faydalanılarak bir değerlendirme yapılacaktır.
2. Muris Muvazaasının Hukuki Niteliği
2.1. Muvazaa Kavramı
Muvazaa, Türk Borçlar Kanunu’nun 19. maddesinde düzenlenmiştir. Kanuna göre, tarafların üçüncü kişileri aldatma amacı taşıyarak gerçek iradelerine uymayan bir işlem yapmaları muvazaa olarak adlandırılır. Muris muvazaası ise, miras bırakanın mirasçıların miras haklarını ihlal etmek amacıyla yaptığı muvazaalı işlemleri ifade eder.
2.2. Muris Muvazaasının Unsurları
Muris muvazaasında şu unsurların bir arada bulunması gerekmektedir:
3. Kendisine Bakan Çocuğa Taşınmaz Devri
3.1. Olayın Hukuki Çerçevesi
Murisin, kendisine bakan bir çocuğuna taşınmaz devretmesi durumunda, bu işlemin hukuki niteliği önem arz etmektedir. Uygulamada, bu tür işlemler genellikle iki şekilde değerlendirilmektedir:
3.2. Muvazaa İddialarının Değerlendirilmesi
Muvazaa iddiasının kabul edilebilmesi için murisin gerçek iradesinin tespit edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, şu hususlar dikkate alınır:
4. Yargıtay Kararları Işığında Muris Muvazaası
Yargıtay, muris muvazaasına ilişkin uyuşmazlıklarda genellikle şu kriterlere göre karar vermektedir:
5. Akademik Görüşler
Murisin kendisine bakan çocuğa taşınmaz devri ile ilgili olarak doktrinde farklı görüşler bulunmaktadır:
6. Emsal Karar:
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1247 E. , 2020/47 K.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.
Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.
1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmamaktadır.
Bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi de davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; davaya konu taşınmaz 1933 doğumlu muris … adına kayıtlı iken 08.07.2003 tarihinde ve 7.600.000.000TL bedelle muris tarafından davalı oğlu Hayrettin’e satış suretiyle temlik edilmiştir. Eldeki dava ise murisin diğer oğulları Nurettin, Abdurrahim ve Yücel tarafından açılmıştır.
26. Dosyada dinlenen tanık beyanlarından; davalının evlendikten sonra anne ve babası ile birlikte yaşamaya devam ettiği, akciğer kanseri olması nedeniyle tedavi gören ve yine beş yıl boyunca cezaevinde kalan babasının bakım ve ihtiyaçları ile ilgilendiği gibi bu süreçte yatağa bağımlı olan annesine de baktığı anlaşılmaktadır.
Tarafların kardeşi olan tanık Hamiyet Yıldız’ın beyanına göre mirasbırakan ölmeden önceki son dört yılını felçli olarak geçirmiş olup, ölünceye kadar anne ve babası ile birlikte oturan ve onların her türlü ihtiyaçları ile ilgilenen davalının, yaşlarının ilerleyip hasta ve bakıma muhtaç oldukları zor dönemlerinde de anne ve babasını yalnız bırakmayarak bakım ve ihtiyaçlarını temin ettiği, davacı çocuklarının ise gerekli ilgiyi göstermedikleri, ziyarete dahi gelmedikleri anlaşılmaktadır.
Olayların bu gelişimi; kanser tedavisi gören, beş yıl boyunca cezaevinde kalan ve ölmeden önceki son dört yılını felçli olarak geçiren murisin diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla değil de davalı oğlunun gerek kendisi gerekse eşine o güne kadar sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu ve yine ileride de bakacağı düşüncesiyle temlikte bulunduğunu göstermektedir. Nitekim, temlik tarihinden sonra da muris ve eşine davalının baktığı dosya kapsamı ile sabittir.
Diğer taraftan, cevap dilekçesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde bakım savunmasında bulunan davalının, son dört yılını felçli olarak geçiren babasına sağladığı bakımın normal bir bakım olarak kabul edilemeyeceği, özel bir bakım ve destek sağladığı, böyle olunca eldeki davada davalının bu hizmetinin semen olarak değerlendirilmesi hukuka uygun düşeceğinden, yapılan temlikin ivazlı olduğunun da kabulü gerekmektedir.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 28.04.2009 tarihli ve 2009/1-130 E., 2009/150 K.; 16.06.2010 tarihli ve 2010/1-295 E., 2010/333 K. ile 23.05.2019 tarihli ve 2017/1-1263 E., 2019/603 K. sayılı kararlarında da özel bakım ve hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği hususu benimsenmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, somut olayda mirasbırakanın içinde oturduğu evi bulunan ve tek gelir kaynağı olan taşınmazını birlikte yaşadığı oğluna satmasını gerektirir haklı bir nedeninin bulunmadığı, taşınmazı satın aldığını savunan davalının da satış bedeli ödediğini kanıtlayamadığı, devrin bakım karşılığı yapıldığı yönünde de bir savunmanın bulunmadığı, ayrıca murisin özel bir bakım ihtiyacı içinde olduğu yönünde de bir delilin olmadığı, ayrıca mirasbırakanın diğer oğulları ile arasının açık olduğu gözetildiğinde dava konusu taşınmazın mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak temlik edildiği, böyle olunca da direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin davanın reddine ilişkin olarak verdiği direnme kararı açıklanan gerekçeler karşısında yerindedir.
Usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir.
Bu makale Samsun Barosu Avukatlarından Avukat Muhammet YÜKSEL tarafından kaleme alınmıştır. İnternet sitemizde yayınlanan tüm makalelerin yayın ve telif hakkı Rönesans Avukatlık & Arabuluculuk Bürosuna ait olup kaynak göstermek suretiyle kullanabilirsiniz. Sizde hukuk camiasına katkınızın olmasını arzu eder iseniz yazdığınız makalelerinizi info@ronesanshukuksamsun.com adresine mail atabilirsiniz.
Merhaba, size nasıl yardımcı olabilirim?